Alman sokakları Türkçe, Türkler Almanca konuşuyor

Gurbet, gariplik demek. Yarım asırdan fazla yaşadığımız Almanya’dan hala gurbet diye bahsedenlerimiz hiç de az değil. İlk nesilden son nesle kadar hemen her kesim için Almanya hala bir gariplik diyarı. Hem tuhaflık, eğretilik ve yabancılık anlamında hem de sahipsizlik!

Bu ülkeye gelen ilk nesil belki de ilk gurbeti yurtlarda, kömür madenlerinde değil, bu ülkenin dilinde yaşadı. Konuşamadıkça, konuşulanı anlamadıkça, hakkını arayamadıkça gurbetleri büyüdü, gariplikleri katlandı. Dildeki gurbeti en güzel anlatanlardan biri de uzun yıllar Almanya’da yaşayan Cem Karaca oldu. Şöyle diyordu Karaca:

Çok uzaktan fetva ile bilinmez,

Alamanya gurbetinin halleri.

İşten eve, evden işe sökülmez,

Alamanya milletinin dilleri.

Tam anlamıyla bir toplum olamamışlardı ve bu ülkede daha uzun bir süre kalacaklarını anlayınca çocuklarına bu dil gurbetini miras bırakmak istemediler.  Almanca konuşmalarını desteklediler. Türkçeyi nasıl olsa evde konuşuyorlardı.

Aradan on yıllar geçti. Türkler hala tam olarak toplum olmayı başarmış değil. Sebebi ise basit! Almancaya öncelik veren bu önlem; yeni bir gurbet, yeni bir yabancılık ve sahipsizliği beraberinde getirdi. ‘Garip bir gurbet’ti bu. Son nesillerin gurbeti anadilleri Türkçe idi. Gurbeti anadillerinde yaşıyor, eğreti durmamak için bu dilden kaçıyor, fakat bu şekilde asıl kendilerinden kaçtıkları için eğreti duruyorlardı. Bu kaçış, çoğu anne-babayı rahatsız etmedi; hala rahatsız olmayanlar da var.

Cem Karaca’nın şu mısraları bugün çok daha yaygın bir gerçeği yansıtıyor:

İşte Ahmet, işte Ayşe burdakiler,

Onbinlerce Türkiyeli Gastarbeiter.

Çocuklarımız burda doğdu, burda büyürler,

Merhabayı unuttular, GrüßGott derler.

Çocuklarımız Alman okullarına gidiyor. Düşünce ve mantığı Matematik ve Felsefe derslerinde, tahlil etmeyi Fizik ve Kimya derslerinde, ibret almayı Tarih dersinde Alman öğretmenlerden ve Alman dilinde, Alman anlayışı, Alman zevki ve esprisiyle öğreniyorlar. His dünyalarına Alman şair ve yazarları, düşünce dünyalarına Alman filozofları yön veriyor.

Buna itiraz edecek durumda da değiliz. Kaldı ki, ikikültürlü yetiştikten sonra düşüncelerimize bir Goethe’nin de yön vermesinden daha güzel ne olabilir? Türkçe öğretmeni Celal Sakin soruyor: Peki ama ya Türkçe, ya Türk anlayış ve zevki, Türk esprisi? Ya Yunus Emre, ya Aşık Veysel? Sonuç olarak görüyoruz ki, dilbilimci Mehmet Ali  Akıncı’nın dediği gibi çocuklarımızın Türkçesi Alman aksanlı bir ‘mutfakdili’nden ibaret.

ÇİFTE SOSYALLEŞME MÜTHİŞ BİR KOPUKLUĞA YOL AÇIYOR

Çocuklarımız ağırlıklı olarak Almanca düşünüyor, Almanca hissetmeye de hayli yatkın. Ancak zannedilmesin ki, çocuklarımız böyle çok mutlu. Alman toplumunun onları dahi dışladığını biliyorlar. Cemal Yıldız’a göre kendi kültürlerine de uzak kalınca çok sağlıksız bir çifte sosyalleşme sürecinden geçiyorlar.Bu ise nesiller ve toplumlar arasında müthiş bir kopukluğa sebep oluyor.  Yıldız, bunu çok güzel bir örnekle gözler önüne seriyor: “Türkiye’de sokağa çıktığınız zaman sizinle aynı dili konuşan, aynı gelenekleri olan insanlar var. Biri yanlış bir şey yapsa, insanın kendi evladı gibi ‘Bak bu yaptığın yanlış’ diyebildiği bir ortam var. Almanya’da bu böyle değil. Kimlik tanımlamasında bir sorun olduğu için çocuk ‘Acaba ben neyim, Türk müyüm, Müslüman mıyım, Alman mıyım, Hıristiyan mıyım?’ gibi sorular soruyor.”

Gelinen durumdan yazar Mahmut Aşkar da oldukça rahatsız, çünkü gidişat daha da karamsar bir geleceğe işaret ediyor. Aşkar’a göre bugün yarı Almanca yarı Türkçeyle kendini ifade edenlerin çocukları yarın sadece Almanca olarak kendilerini ifade etmeğe başlayacaklar ve kültürel asimilasyon tamamlanmış olacak. Aşkar, bir kültürün ana taşıyıcısının dil olduğunu hatırlatıyor ve şu uyarıda bulunuyor:  “Galiba söz konusu neslin temsil ettiği toplum, kültürel olarak Türk olma özelliğini kaybedecek.”

Aşkar, kültürün yanı sıra dinimizin devamının da anadiline bağlı olduğunu söylüyor. Yazara göre Alman okullarında haftada birkaç saatlik Türkçe dersleriyle bu işin üstesinden gelemediğimiz artık anlaşıldı. Dil olmazsa din de olmaz, çünkü din dilde yaşar.

KÜLTÜRÜMÜZÜN DEVAMI İÇİN ANNE-BABALAR NE YAPIYOR?

TÜRK KÜLTÜRÜNDEN GERİYE MİSAFİRE KOLONYA DÖKMEK KALACAK


Bu tespit aynı zamanda şu anlama geliyor: Anne-babalar çocuklarının Türkçesi için hiçbir engel tanımadan uğraş vermedikleri takdirde, kültürel olarak çocuklarına en fazla eve misafir geldiğinde kolonya döktürmekten ileri gidemeyecekler.  Berlin Sağlık Müsteşarı Emine Demirbüken’e göre bunu yaşamamak için evvela ‘Türklerle Türkçe, Almanlarla Almanca’ düsturuna göre yaşamaları ve bunu çocuklarına öğretmeleri gerekecek. Bunun dışında okulda Türkçe eğitimi almaları için gerekli mücadeleyi vermeleri, Türkçe kitap okuyarak onlara örnek olmaları ve Türkçe kitap ihtiyaçlarını karşılamaları, Türkiye izinlerini bu konuyu da hesaba katarak çok daha bilinçli bir şekilde geçirmeleri de nesillerinin kaybolmaması adına en temel görevleri arasında yer alıyor. Uzmanlar da anne-babalardan çocuklarına sahip çıkmalarını istiyor. Eğitimci Nazlı Özdemir, Türk anne-babaların Çinli anne-babalardan ibret almasını istiyor: “Yaşadığım şehirde Çinliler çocuklarını hafta sonları Düsseldorf’a Çince dersine götürüyorlar. Bunun için cumartesi günleri istasyonda buluşuyorlar. İki veli bu işten sorumlu. Öğretmen ücretini kendileri ödüyorlar. Çinli ailelerin bütün bir hafta sonu böyle geçiyor. Biz, otobüs var, çocuğumuz gidebilir, ama öğleden sonraki programlarımız bozulur diye göndermiyoruz.”

ANADİLİMİZİ KAYBEDERSEK ‘BAŞIMIZ SAĞOLSUN!’ DİYECEK TÜRKÇEMİZ BİLE OLMAYACAK

Hâlbuki öğretmen Erkan Türkoğlu’na göre her dilin arkasında çok büyük bir tarihi ve kültürel birikim var. Şayet çocuk dili yazıya dökemezse anadilini öğrenmiş olmuyor ve bu birikimden mahrum kalıyor. Türkoğlu şu iddialı cümleyi kuruyor: “Bu sorun çözüldüğü takdirde birçok sorun çözülecek. Çünkü anadili, kültürün aktarılmasını, çocuğun aile ve çevresiyle, değerleriyle bağlantı sağlamasına yardımcı olur.”

KÜLTÜRÜMÜZÜN DEVAMI İÇİN STK’LAR NE YAPIYOR?

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ HİZMET SUNACAĞI TOPLUMU KAYBEDEREK ANLAMSIZLAŞACAK


Bu tespit şu anlama da geliyor: Türk toplumunun ihtiyaçlarına karşılık vermek üzere sahaya çıkmış bütün sivil toplum örgütleri bir zaman sonra hizmet sunacak bir kitle bulamayacak ve böylelikle varlığının bir anlamı kalmayacak. Diyanet’in en azından üç-beş seneliğine imam göndermesinin bir anlamı olmayacak. Türkçe öğretmeni Sakin’e göre bunu yaşamamak için her bir sivil toplum örgütünün ağırlık konusu ne olursa olsun anadili meselesini ciddi anlamda ele alması, bunun için hukukçu, eğitimci, dilbilimci, siyaset ve toplumbilimcilerden oluşan profesyonel kadrolar yetiştirmesi ve istihdam etmesi, diğer sivil toplum örgütleriyle de dirsek teması içinde bulunarak Türk toplumuna sahip çıkarak yok olmasını engellemesi gerekiyor.

KÜLTÜRÜMÜZÜN DEVAMI İÇİN DEVLET NE YAPIYOR?

TÜRKÇE DÜŞÜNEMEYEN İNSANLAR DİASPORA OLAMAZ

Bu tespit şu anlama da geliyor: Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Almanya’daki Türk çocuklarını düşünmemeye devam ettiği takdirde, Türk çocukları Türkçe düşünmeyecek. Çünkü Prof. Dr. Cemal Yıldız’a göre, dil olmadan düşünemezsiniz. Dilinizi kaybettiğiniz zaman en önemli milli unsurlarınızdan birini kaybetmiş olur, asimilasyona açık hale gelirsiniz. Anadili eğitimi ile insan kendisiyle iletişim kurar, çevresiyle iletişim kurar, olup bitenleri anlamlandırmaya başlar. Anadili bilgisi ile kişi kimlik duygusu ve benlik kazanır. Ülkeler bu yüzden, çocuklar anadillerini bildikleri halde kültürlerini öğrenmeleri, benliklerini inşa etmeleri için anadili eğitimi veriyor. Anadili eğitimini kültür eğitimi olarak veriyor. Almanya’da bu yüzden Almanca dersi var.

Türkiye bu gerçeğin neresinde? Türkiye, benliğini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olan insanlardan toplum olmasını, hatta bir diaspora teşkil ederek Türkiye’nin menfaatlerinin Almanya’da temsil etmelerini, Türk kültürünü tanıtmalarını, şairler, yazarlar, besteciler çıkarmasını bekliyor. Sakin,“Böyle bir devlet,vatandaşına sahip çıkma aklı, tecrübesi ve iradesinden yoksun demektir. “ diyor.

TÜRKİYE’NİN GÖZÜ, GÖNLÜ BİZİMLE Mİ?

Ana meselemiz olan Türkçe çözülmediği sürece Düsseldorf’ta sarf edilen şu sözler de aslında Türkçe israfı: “50 yıldır kulağımız, gözümüz sizlerle, Melbörn’denMonreal’e; Pekin’den New York’a; Astana’dan Saraybosna’ya; Kabil’den Kerkük’ten, Musul’dan Londra’ya;Düseldorf’tan, Berlin’den, Münih’ten Kahire’ye, Trablus’a, Bingazi’ye kadar, nerede bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı varsa, işte biz, bütün imkânlarımızla oradayız, onların yanı başındayız.”

Bütün uzmanların ortak görüşü ise şöyle: Devletimizin imkânları 1 milyona yakın Türk çocuğuna sadece 471 öğretmen ve çağın gerisinde kalmış ders kitabı göndermeye yetiyor. Şu an Berlin Eğitim Müşaviri olan Cemal Yıldız, müşavir olmadan önce bir konferansında şu tespitte bulunuyordu: “Berlin’de 54 Türkçe öğretmeni var. Hâlbuki sadece Kreuzberg’de 100 bin Türk yaşıyor.“

Kitapların içeriği de yetersiz ve Almanya şartları dikkate alınmadan hazırlandığı için bazen Alman makamlarını rahatsız ediyor ve Türk toplumunu boş yere yoruyor. Devletimizin imkânları başkonsolosluklara on yıllardır eğitim ataşesi atanmasına bile yetmiyor. Dahası, anadilimiz için imdat dilediğimiz devletimizin, ‘anadili’ kelimesinin bitişik mi yoksa ayrı mı yazılacağı konusunda kafası karışık. Dilinden dökülen ‘çapulcu’, ‘haşhâşi’, ‘virüs’, ‘âlim müsveddesi’, ‘bakara-makara’ gibi kelimeler Türkçemizi hayli kirletmiş durumda. Hoşgörü, diyalog, saygı ve sevgi, muhatabı olduğu gibi kabul etme ise gurbet ellerde çile dolduruyor.

Esat Semih / Berlin - Almanya

Mehmet Hasan
Önceki Mehmet Hasan
Hutbe ve resim yarışmalarıyla DİTİB'in 40'ıncı yıl heyecanı
Sonraki Hutbe ve resim yarışmalarıyla DİTİB'in 40'ıncı yıl heyecanı