AfD ve Irkçılıkla Mücadele

AfD ve Irkçılıkla Mücadele

13 Mart Almanya için önemli bir tarihti. Bu tarihte Baden-Württember, Rheinland-Pfalz ve Saksonya-Anhalt Eyaletlerinde seçimler yapıldı. Herkes aşırı sağcı ve popülist Almanya için Alternatif isimli AfD’nin ne kadar oy alabileceğini bekliyordu. AfD her üç eyalette de tarihi başarı elde ederek meclislerin tamamına da girmeyi başardı. Yeşiller ve CDU’nun güçlü olduğu Baden-Württemberg’de AfD, sosyal demokratları da geride bırakarak yüzde 15,1 ile üçüncü parti oldu. Mülteci karşıtı olan popülist parti aynı başarıyı Rheinland-Pfalz’de sergilemeyi başardı. AfD seçimleri kazanan SPD ve ikinci olan CDU’nun arkasında yüzde 12,6 ile üçüncü parti oldu. Aşırı sağcıların güçlü olduğu doğu Almanya’da ise AfD neredeyse birinci parti oluyordu. Saksonya-Anhalt Eyaletinde, CDU yüzde 29,8 alırken, AfD yüzde 24,2 oy kazanmayı başardı. Aşırı solcular burada yüzde 16,3 almayı başarırken, SPD yüzde 10,6 ile tarihi bir yenilgi elde etti. 

 

Analistler AfD’nin her üç eyalette elde ettiği zaferini kısaca şu etkene bağlıyorlar: Tepki oyları. İnfratest Dimap isimli kamuoyu araştırma şirketi AfD’li seçmenler üzerine yaptığı ankette şu bulgulara ulaştı: AfD seçmenlerinin yüzde 21’i partiye bilinçli bir şekilde oy verdiğini bildiriyor. Ancak oy verenlerin yüzde 70’i de diğer siyasi partilerden hayal kırıklığına uğradığını, bu yüzden AfD için oy kullandığını söylüyor. Daha da ilginç olanı, AfD’yi seçenlerin yüzde 93’ü AfD’nin mevcut ve muhtemel sorunları çözebileceğini düşünmüyor. Kısacası: AfD’ye oy verenlerin büyük çoğunluğu bu partiye inanmıyor. Daha çok diğer anaakım partilerine ders vermek istiyorlar. AfD bu şekilde popülist bir tepki partisi. Bu tepkinin en önemli nedenleri paylaşım ve ekonomik durum. AfD seçmenleri Avro para biriminin ülkeyi ve halkı fakirleştirdiğini iddia ediyorlar. Mültecileri istememelerinin sebebi sadece ırkçı görüşleri değil, ekonomik anlamda onlarla var olanı paylaşmak istememe. Özellikle Saksonya-Anhalt gibi doğu Almanya’nın diğer bölgelerinde dar gelirlilik ve perspektifsizlik insanları yabancılara karşı ayağa kaldırıyor. Yabancı düşmanlığının en yaygın olduğu, mülteci yurtlarının en fazla ateşe verildiği ve aşırı sağ partilerin en fazla oy alabildiği bölgeler buralar. Doğu Alman Eyaletlerinde halkın önemli bir kısmı kendisine değer verilmediğini düşünerek aşırı sağ ve aşırı sol partilere destek veriyor. Totaliter düşünce yapısı eski Almanya Demokratik Cumhuriyeti (DDR)‘de çok yaygındı. Bu düşüncenin demir perdenin yıkılmasından yaklaşık 30 yıl geçmesine rağmen büyük oranda değişmemesi Almanya’nın geleceği için önemli bir sorun teşkil ediyor. Bu sorunun ismi: Irkçılık ve İslam düşmanlığı, daha doğrusu İslam nefreti! Bu konu hakkında insanlar daha fazla bilinçlendirilmesi gerekiyor. Irkçılık ve İslam düşmanlığı aynı zamanda insan düşmanlığıdır. Son yıllarda artan bu kin ve nefret demokrasi ve insan haklarının beşiği olarak bilinen Avrupa toplulukları için ciddi riskler içeriyor. 

 

AK Parti İstanbul Milletvekili ve Dış İlişkiler Başkan Yardımcısı Metin Külünk, „Küreselden Yerele Türkiye Platformu“ olarak „Avrupa'da ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslamofobya“ başlıklı çarpıcı bir rapor hazırladı. Avrupa’yı çok yakından takip eden ve Avrupa’lı Türkler ile sıkı bir gönül bağı kurmuş olan Metin Külünk, uzun zamandır derlemiş olduğu bilgileri bir rapor halinde kamuoyu ile paylaştı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun da dikkatine sunulan raporda ırkçılığın bilimsel tanımı, AB’de yükselen ırkçılığın Müslümanlara etkisi ve tehditler, İslamofobya örnekleri, Avrupa’daki aşırı sağ örgüt ve partiler, Avrupa’da ırkçılığın siyasete etkileri ve ırkçılık ile mücadele yöntemleri yer alıyor. 

 

Külünk raporda Avrupa’da yerli partilerin ve AB kurumlarının, aşırı sağcılığa ve ırkçılığa karşı henüz bir reçete ve çözüm bulamadığını belirtiyor ve AB'nin, Türkiye ile işbirliği içinde ortak çözüm stratejileri oluşturabilmesi halinde daha başarılı olabileceğini vurguluyor.  Kişilerin, isminden, dininden, başörtüsünden, saç renginden veya sakalından dolayı işe alınmaması, konut, eğitim, siyaset gibi sektörlerde ayrımcılığa uğramasının, bu konularda ayrımcılıkla mücadeleyi zorunlu kıldığı vurgulanan raporda, bu bağlamda pozitif ayrımcılık olan "kota uygulaması"nın bir adım oluşturabileceği belirtiliyor. 

 

Ses getiren raporda, Türkiye Cumhuriyeti devlet yetkililerinin, Avrupalı meslektaşlarıyla yapacakları temaslarda, son yıllarda Avrupa ülkelerinde yüksek artış gösteren cami saldırıları nedeniyle bu ibadethanelerin, Yahudilerin sinagogları gibi güvenlik güçleri tarafından 24 saat korunmasını sağlaması gerektiği vurgulanıyor.

 

Raporda ayrıca sivil toplum dernekleri, atıcı kulüpleri, spor kulüpleri, itfaiye kurumları gibi devlet dairelerinde, Neo-Nazilerin, yabancı düşmanlarının ve ırkçıların tespit edilerek, görevden uzaklaştırılması gerektiği ifade ediliyor.

 

Bu gibi raporlarla, uluslararası sempozyumlarla, bilimsel çalıştay ve medya aracılığı ile yöneticiler (elit kesim) ve kamuoyu (halk) ırkçılığa karşı uyarılmalı. Aksi takdirde ırkçılığın ve insan düşmanlığının 1933 ile 1945 yılları arasında nelere yol açtığı açıkça ortada. Umarız tarihten ders alanlar çoğunluktadır.

Gülseven Halı: Avrupa'nın Çeşitli Ülkelerinde Camilere Renk Katıyor
Önceki Gülseven Halı: Avrupa'nın Çeşitli Ülkelerinde Camilere Renk Katıyor
NSU’da şüpheli ölümler bitmek bilmiyor
Sonraki NSU’da şüpheli ölümler bitmek bilmiyor